O dönem hepimiz elimizde kameralar Lynch, Tarantino, Soderberg, Godard karışımı bir bulamaç olmayı hayal edip duruyorduk. Sinema öğrencisiyiz ya, aykırı da olmalıydık...ama en önemlisi bohem de olmalıydık.
Film teorileri, auteur yönetmenlerin yapımları, kendi aramızda derinlikli bitmek bilmeyen analizler...günlerimiz böyle geçiyordu. Ancak bu kadar bilgisel doluluğa rağmen daha yataktan kalkma, uyanma sahnesi bile çekemiyorduk. Nerede hata yaptığımızı, sorunun oyuncuda mı, ışıkta mı, dekorda mı olduğunu uzun uzun tartışıp günün geri kalanını da böylece harcardık.

Selçuk Aydemir'in Evrak Kürek'ini okurken, o günlere, kısa film boğuşmalarımıza gittim. Olmazsa olmaz uyanma ve banyo sahnelerine, kurgu sırasında devamlılığın ne olduğunu acı şekilde öğrenişimize, sarı kafalarla yaktığımız perdelere...kısacası bizi sonradan olduracak olan bütün olmamışlıklarımızı hatırladım.
Selçuk Aydemir o kadar güzel yazmış ve aktarmış ki, kendimi orada gibi hissedip, içinde bulundukları, yaşadıkları komik rezilliklerden utandığımı fark ettim kitabı okurken. Hele Haluk Bilginer'e yaptıklarını okurken gözümden yaşlar geldi. Almak isteyene o bölümden iyi pişkinlik dersi de çıkar.
İyi Okumalar.