top of page

Bonnieux

Jannie'nin Le Clous du Buis'ten çıkarken hepimizi şüpheye düşürten cümlesi "Merak etmeyin. Buraları avucumun içi gibi biliyorum" oldu. Muhtemelen hepimizin aklına dün buraya ulaşmak için saatlerimizi çalan uzun yolculuk gelmişti o anda. Gerçi buraya çokça gelmiş biri olan Jannie'ye güvenmememiz için bir sebep yoktu ancak yön bulma kabiliyeti konusunda kendisini geliştirmesi gerektiği de ortadaydı.


Arabaya doğru ilerlemeden önce Jannie çantasında bir şeyler aramaya başladı, muhtemelen arabanın anahtarlarını odada unutup unutmadığını kontrol ediyordu. Aksi taktirde arabayı park ettiğimiz yere kadar olan yolu geri dönmesi gerekecekti. "Voila!" diyerek heyecanlı bir şekilde aradığını bulmuştu. Kurallarımızdan birinin de herkesin İngilizce konuşması olmasına rağmen bunun gibi istemsiz şekilde ağızdan kaçan kelimeler kural dışı kalıyordu. Kuralın eğlenceli kısmı ise cümle içinde geçecek İngilizce dışı kelimeler için ekibin geri kalanına ısmarlanacak bir kadeh şaraptı.


Jannie bana döndü ve "Buraya lazım olan her şeyi getirdiğine emin misin?" diye sordu.

"Kesinlikle" dedim. "Zaten fazla bir şeye ihtiyacım olmayacak. Fotoğraf makinesi, kıyafet, telefon."

"Peki Mösyö. Ya bu?" diye cevap verdi yüzünde galip gelmiş bir gülüşle.

Elinde tuttuğu kutuya bakınca çok şaşırmıştım. Cancer Counsil güneş kremini bana doğru uzattı ve bir anne edasıyla "Bu kullanılacak mösyö!" dedi.

Babam melanom hastalığından öldüğü için benim de bu konuda çok dikkatli olmam gerekiyordu. Küçük yaşlarımdan beri benlerim için kontrole gider, gerekli görüldüğü zaman ufak operasyonlarla benlerimi aldırırım. Önlem olması açısından da güneş kremi sürmeden güneşe çıkmamam gerekiyor.


Damien, "Sıkı kontrol altındasın" deyip kahkaha attı.

Teşekkür etmeye fırsat bulamadan "Hiç gülme. Hatta hepimiz bunu yapmalıyız. İleride market var. Kendimize de oradan alacağız" dedi Jannie.

Her ne kadar o an bilmesek de Jannie'nin bu hassas tutumu ileride tüm ekibin sağlığını riske atacak pek çok kararın önüne geçecek ve hayatımızı kurtaracaktı.


Şubat ayı olmasına rağmen Bonnieux'te güneşli bir hava vardı. Esmediği zaman üzerimizdeki sweatshirt'leri çıkarmak durumunda kalsak da bulutlar güneşi kapattığı zamanlarda t-shirtle durulmuyordu. Yaz dışından gittiğim tatillerde hava durumu konusunda hep şanslı olmuşumdur. Mart, Nisani Mayıs aylarında gittiğim Bresica, Zagreb ve Paris'te şansıma hava çoğunlukla açık olmuştu. Bonnieux da bu konuda bir istisna olmadı.


"İlk durağımız Lourmarin. Sinem orayı çok sevecek. Herkes için uygun mu?" diye sordu Jannie. Kimsenin itiraz edecek durumu yoktu. Belli ki Jannie'nin aklında hemcinsi için yapılmış bir plan vardı ve bunu bozmak doğru olmazdı.


Sinem, "Tabi ki. D36'dan gideceksin değil mi?" diye sorunca Damien'le birlikte Sinem'e döndük şaşkınlıkla. Elinde haritayla arabanın arka köşesine tünemiş şekilde büyük bir dikkatle haritayı inceleyen Sinem'in bizim şaşkın bakışlarımızın farkına varması biraz zaman aldı. İlk defa geldiği bir yerde etrafa bakmadan haritaya gömülmüş olması ileride 'D36' olarak kendisiyle bolca eğlenmemize sebep olacaktı.


Bonnieux dik yamaçları ve dar sokakları ile yürümek için zorlayıcı bir yer olabilir. Ancak bunlarla birlikte sunduğu taş evler ve bu evlerin arasından görünen doğa manzarası pek çok yorgunluğa değecek cinsten. Yürümek mi, arabayla mı keşfetmek arasında ikilemde kalanlar için, her ikisinin de dezavantajları olduğunu söylemem gerekiyor. Yollar bazen öyle daralabiliyor ki, karşı taraftan gelen bir araçla karşılaştığınızda yan yana geçebilmek dakikalarca sürebiliyor.


Dar sokaklar boyunca dinlenebileceğiniz, bir şeyler atıştırabileceğiniz bolca kafe bulunuyor. Benim tavsiyem yol kenarlarındaki kafelerde oturmak yerine, tercihinizi arabaların giremediği sokaklardaki kafelerden yana yapmanız. Dakikalarca birbiri yanından geçmeye çalışan iki arabanın çabasını izlemek o an ki ambiyansı bozabiliyor. Bununla birlikte ara sokaklar sizlere daha çok detay vaad ediyor.


"Siz buraları Haziran-Temmuz zamanı görün bir de" dedi Jannie etraftaki uçsuz bucaksız tarlaları işaret ederek. "Bunlar lavanta tarlası. Yaz aylarında mor renkli bir deniz oluyor buraları. Sinem ve Berke özellikle sizlere söylüyorum."diye not düştü.

Damien, "Genetikçilere göre değil diyorsun yani" diye takıldı Jannie'ye.


Sinem için eşşiz bir fırsat olabilirdi gerçekten de. Hepimizin farklı meslekleri ve hobileri olsa da tüm bunların kesişimi ile bir araya gelmiştik. Sinem bir ressamdı. Şimdiye kadar kendisini tarla ortasında şövalye, tuval ve boyalar ile hiç düşünmemiş olsam da esas ilgi alanı fotoğraflar üzerinden çalışıp bir nev-i üretilmiş olana farklı bir yorum katarak fotoğrafları boyamak olduğunu bildiğim için Jannie'nin görüşüne katılıyordum. Zaten Sinem'le bu şekilde tanışmıştık. İki sene önce Paris'te çektiğim bir fotoğrafı sosyal medyada görüp benimle iletişime geçmiş ve fotoğrafı kullanmak için izin istemişti. Bu vesileyle Sinem'in ev arkadaşı Jannie ile de tanışmış oldum.


İçimizde bilim dünyasını temsil eden tek kişi Damien'dı. Jannie'nin çocukluk arkadaşı olan Damien Floransa'da yaşayan bir Fransız. Beklenenin aksine bu gezi planı Damien'ın fikriydi. Söylediğine göre yakın zamanda yaşadığı bir ayrılık sebebiyle Floransa'dan bir süre uzaklaşmak ihtiyacı duymuş ancak kendini Paris'e hapsetmek de istememiş. Jannie'ye telefon açtığı bir sırada, hoparlörde Sinem, benim Paris'e geleceğimi söylemiş.


- Ne Paris'i. Adamı gezdirin bir güzel.

- Ama Berke Paris'i çok seviyor.

- Gelmiş bir kere. Hem zaten Paris'in kaçtığı yok. Hatta şöyle yapalım, dördümüz bir yerlere gidelim. Paris dışına çıkalım. Nereye gideceğimize siz karar verin, ben her şeye uyarım.

- Sormam lazım.

- Hatta verin numarasını ben konuşayım.

- Sen iyice delirdin Damien. Ne yapacaksın "Merhaba ben Damien. Sinem'in arkadaşıyım." mı diyeceksin?

- Aynen öyle.


Lourmarin'e geldiğimizde Jannie'nin neden burayı özellikle Sinem'in beğeneceğini düşündüğünü anlamıştık. Arabandan iner inmez Jannie bizi sağlı sollu tezgahların kurulduğu bir pazar bölgesine götürdü. Ağırlıklı olarak kıyafetlerin, takıların ve renkli süs eşyalarının satıldığı pazar gerçekten de Sinem için bir cennet sayılırdı. İçtenlikle Jennie'ye teşekkür ettikten sonra Sinem kendini bu dünya içinde kaybetti ve gördüğü ilk tezgahtan tavafına başladı.


"Şu Corona vardı ya. İtalya'da görülmüş." dedi Damien elindeki telefonda haberleri okurken.

"Bu işin büyüyeceğini tahmin ediyorum ben. Sen ne dersin?" diye içimizde konu hakkında en kolay ahkam kesebilecek Damien'ın görüşünü almak istedim.


Damien'ın yüzünden birazdan söyleyeceği şeylerin çok da keyifli ya da umutlu şeyler olmayacağı rahatlıkla okunabiliyordu. Cevabı ise durum hakkında öngörüsünün ne kadar olumsuz olduğunu bilimin sınırlarında gezinmeden verebileceği en net şekilde aktardı. "Dönüş biletini almıştın değil mi?" dedi Damien ve telefonuna bir süre daha baktıktan sonra nazikçe özür dileyip bir yerleri araması gerektiğini söyleyip yanımızdan ayrıldı.


"Burada senin için de bir şey var." derken kolumdan tutup heyecanlı bir şekilde yürümeye başladı Jannie. "Fotoğraf makineni hazırlasan iyi edersin."


Jannie beni nereye götürüyordu bilmiyordum ama gördüğüm o açık pazar benim için başlı başına yeterdi zaten. Biz ilerlerken arkamızdan nefes nefese bir ses işittik "Durun!".

Damien heyecanlı bir şekilde ve hızlı adımlarla bize doğru yürüyordu ve yüzünde hiç de keyifli bir ifade yoktu. Yanımıza geldiğinde önce biraz soluklandı ve Sinem'i sordu. Sinem biraz ötemizde bir tezgahın başında beyaz örtülere bakıyordu. Damien orada beklememizi, Sinem'i alıp geleceğini söyledi.


Bulabildiğimiz en yakın kafeye oturmuştuk. Az önce Damien'ın bahsettiği şeylerin şaka olduğuna inanmak istiyorduk ama ne yazık ki hepsi kelimesi kelimesine doğruydu. Damien, bir süredir haberlerde işittiğimiz virüsün bulaşıcılık seviyelerinden ve yayılma hızından bahsederken etrafa, bu güzel kasabada yaşayan ve bizim gibi buraları görmeye gelen insanlara baktığımı hatırlıyorum. İçimden bu insanların bazılarının bir kaç ay sonra ölmüş olacaklarını düşündüm. Nedense o anda kendime ya da tanıdığım kimseye bulaşmayacağı gibi saçma bir fikir de geçti aklımdan.


Tatil o anda, o kafede hepimiz için bitmişti. Önce Bonnieux'e eşylarımızı toplama, sonra da aynı gün Paris'e dönme kararı aldık. Aslında bu kararı Jannie hepimizin adına aldı. Jannie haricinde herkes bir kaç gün daha burada kalmanın şu an ki durumdan daha kötü bir noktaya getirmeyeceğini düşünüyordu. Ancak Jannie halen bilemediğimiz bir refleksle "Ne kadar erken o kadar iyi" diyerek insiyatifi ele aldı.


Bonnieux yolunda bir kaç saat önceki o neşeli dört kişiden eser yoktu. Damien da ben de internetten uçak ayarlamaya çalışıyorduk. Damien daha şanslıydı o akşama uçak bulabilmişti. Benim için ise ilk seçenek ertesi günkü THY uçağıydı.





Paris'e girdiğimizde saat 21:00 sularıydı. İlk durağımız Damien'ı uçağına yetiştireceğimiz Charles De Gaulle Havalimanı'ydı. Damien'ı uğurladıktan sonra biz de eve geçtik. Hepimizin üzerinde ciddi bir yorgunluk olmasına rağmen yatmadan önce bir şişe şaraba kimse hayır demedi. Böyle planlamamış olsam da işte yine de Paris'teydim. Çatı katındaki ev Paris'in sevdiğim pek çok yapısını kısmen de olsa görür bir konumdaydı. En net görünen yapı Sacre-Coeur'dü. Sacre-Coeur ve dolayısıyla Monmarte'la kavuşamama hikayem devam ediyordu. Birbirlerini bir defa gören ve bir daha kavuşamayan aşıklar gibiydik. Geçen sene de Paris için plan yapmış hatta oteli bile ödemiş ancak ertelenen seçimlerden dolayı bu kavuşmayı iptal etmek durumunda kalmıştım. Bu sefer çok yakındım ama uzaktan bakmakla yetinmek zorundaydım. Bu düşünceler içindeyken Jay Jay Johanson'un dinlendirici sesi yükseldi salondaki ses sisteminde. Jannie sanki içimden geçenleri okuyabiliyormuş gibi o ana yakışabilecek en doğru parçayı açtı; Far Away.


İstanbul'a Bonnieux'u ve çevresini deneyimleyememiş ve Paris'e kavuşamamış olarak döndüm ama çok değerli üç insanı tanımış olarak döndüm. İlerleyen zamanlarda sıkça birbirimizle haberleşir olduk ve yarım kalan bu tatili mutlaka tamamlayacağımıza dair isteklerimizi birbirimizle paylaştık. Zaman geçtikçe dünyada kararan senaryolarla birlikte bizim de konuşmalarımız daha moralsiz bir hale büründü. Önce Damien'ın Floransa'da virüsten etkilendiği haberini aldık. Bir süre sonra Damien'ın sessizliği ile içimizde hissettiğimiz eksiklik yerini Damien'ı kaybetmenin üzüntüsüne bıraktı.


Kendimizi toparlayabildiğimiz bir görüşmemizde bir sonraki buluşmayı Florsansa'da gerçekleştirme kararı aldık...şartlardan dolayı Paris'e gönderilemeyen Damien'ı Floransa'daki mezarında ziyaret etmek için.


bottom of page